anılara dair…

Eski zamanlarda Beyoğlu’nda gidiş geliş trafik olurdu. O zamanın kalabalığında, dar kaldırımlarda yürümekte bayağı zorlanırdınız. Ama yinede oraya gitmek isterdiniz… çünkü İstanbul’un kalbi orada atardı.

Her sabah olduğu gibi yine dershanede sıralarımıza oturmuştuk ki, gürültü ve sallanma başladı. 1800’lerden kalma okulumuz için deprem, korkutucu seslerin, cam kırıklarının etrafa saçılması eşliğinde büyük bir gösteriye yol açarken hepimiz okulun büyük bahçesinde toplanmıştık.

 

Yıllar içinde, vücudumuzda bir yerlerde bir sürü yaşanmışlık var, nerede duruyorlar, nasıl depolanmışlar hala belli değil ama bizler burada ( ki bu iki kelimede muğlak anlamlar içeriyor) o anılarla iç içeyiz.

Geçmiş diye yorumladığımız, kendi yaşantımızın bir bölümünde gittiğimiz bir yere tekrar gittiğimizde, o zaman-mekanda yaşadığımız anılar canlanır. Gerçekten canlanır mı?

Buraya kadar yazılanlar bir hikaye kıvamında, ancak başka bir açı ve bir sürü de soru var.

 

İnsan beyni bilgisayarların çalışma sistemine benzer bir sistemle çalışır ya da bilgisayarlar insan beyninin çalışma sisteminden yola çıkarak bulunmuş sistemle çalışır. İkili sistem; 1 0, açık kapalı, var yok, evet hayır… Yaşam beynimize elektrik olarak girer ve yine elektrik olarak beyinden çıkar. Vücudumuzdaki çeviriciler (beş duyu organı) ile algı süreci başlar. Bu süreç öğretilen, öğretilmiş bir süreçtir. Bizlere ne öğretildiyse onu gerçek-var kabul ederiz. Ama bununla bitmiyor, detaylandıralım: Nasıl bakacağımız ve ne göreceğimiz, ne tepki vereceğimiz, nasıl yargılayacağımız

Nasıl dinleyeceğimiz ve ne duyacağımız, ne tepki vereceğimiz, nasıl yargılayacağımız

Nasıl koklayacağımız ve ne duyacağımız, ne tepki vereceğimiz, nasıl yargılanacağımız.

Nasıl yiyeceğimiz ve bekleneceğimiz, ne tepki vereceğimiz, nasıl yargılanacağımız.

Nasıl dokunacağımız ve ne hissedeceğimiz, ne tepki vereceğimiz, nasıl yargılanacağımız…

Bunların arkasından  ‘ben benmiyim’ sorusunu sorabiliriz.

 

Beş duyu organının hepsi sınırlı ölçüm yapar ve bu çok yetersizdir. Bunun manası etrafımızda olanları çok küçük bir pencereden görebilmemizdir. Tabi burada yazdığım doğru referanslarla ilgili ki bir de işin yanlış veya eksik aktarma-öğretme  gibi yönleri var.

Şimdi ana konuya dönelim. Doğum sonrası başlayan süreç beş duyu organının çevirmenliğini yaptığı elektrik sinyallerinin beyine ulaşması, orada etiketlenmesi ile başlar. Bundan sonra olanlar yaşam boyunca tüm verilerin birbiri ile bağlanarak kullanılmasını öğrenmekle geçer. Amiyane tabirle ne kadar bağlantı kurarsak o kadar bilge oluruz.

Hepsine baktığımızda tüm etiketlerin birer an- anı olduğu ortadadır. Aynı zamanda da elektrik…

Bundan sonrası yumurta-tavuk. Biz mi anı dediğimiz elektromanyetik alanlara giriyoruz yoksa beynimizdeki anılar gerçek mi?

Tüm yaşantımızda belli anları anı kabul ederiz. Buradaki önemli nokta anların bir hisle  beraber elektriğe çevrilip etiketlenmesidir. Hisler için beş duyu organımızın kısıtlı penceresinden bakıp bize  öğretilmiş yargılarla karar veririz. Hisler gerçek değildir sadece kişinin o durum için kullandığı kişiye özel bir etikettir. Mesela vapurun kenarında çay simit anısı herkese göre değişebilir.

Tam da burada bir parantez açıp beyin için bir aç-kapa anının nelere yol açtığını gözden kaçırmayalım.

 

Ölçülebilen elektromanyetik bir alanda beş duyu organı ile algıladığımız yaşamda belli kesitleri etiketleyerek anı ve anılar oluşturuyoruz. Anılar beyinde elektriksel sinyallere dönüşüyor. Elektriğin içinde elektronlar olduğuna göre anıların da ağırlığı vardır. Elektronlar kütleye sahip olduğu için onlarla oluşan bizim anı dediğimiz süreçler bir kütleye sahip olmuş olur. Tabi bu durum bir çok soruyu da beraberinde getirir.

Yorum bırakın